Dünya dedikleri yedi pencereli bir ev! Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hangi pencerede? Her pencereden farklı bir manzara görüyorsun; düşünürün penceresi başka, benim pencerem daha farklı! Cumhurbaşkanının penceresi bu olsa gerek: İHA, SİHA, Kaan, Kızılelma, Hürjet, Hava Savunma Sistemleri, %80 yerli milli savunma sanayi, 260 milyar doları aşan ihracat... Hepsi güzel! Bu bir pencere. Ama gençler bizi anlamıyor, biz de onları anlamıyoruz. Ne olacak bu işin sonu?
Reis başımızın tacı diyen insanımız, AK Parti vekillerinden, yönetiminden, belediyelerinden, bakanlarından, memurundan, müdüründen memnun değil. Biri çıkıp “Kral çıplak” demiyor. Bu da ikinci pencere, ama acı ve gerçek…
Büyükşehir olmadan önce Kahramanmaraş’ta 59 kasaba, 400 civarında köyümüz vardı. O köylerin meydanında hayvan sürüsü olurdu. Bugün köyün meydanı boş. Zır deli kalmış orada, değneğe, sopaya gerek kalmadı. Dostlar… Üçüncü pencere: Boşalan köylerimiz…
Bir zeytini üç defa ısırarak sabah karnımızı doyurur, öğlen bulgur pilavının yanına bir kuru soğan kırdın mı, kral sendin. Pilava, lepaya gerek kalmazdı, çünkü onu yiyecek köyde kimse kalmadı be dostlarım…
Eski köprülerden gelip geçen yok ki para alalım, Kör Oğlunun selamını sunalım. Ata yurtlarına konup göçen yok ki şehre selam salalım. Köyümde can kalmadı; toprağı ekip biçen yok. Orağa, tırpana gerek kalmadı. Topraklarımız boş kaldı, saman ithal eden ülke olduk dostlarım. Bu pencereden bakmaya ne gerek var!
Kırmızı yanaklı köy güzelleri artık yaylada tur atmaz oldu. Küresel ısınma başımıza bela, nehirler, dereler kurudu akmıyor sular , soğuk pınarlar kurumuş, çeşmeler kaybolmuş, ağaçlar kurumuş, otlar yapraklar gazel olmuş dostlarım… Görmeye ne gerek var!
Büyükşehir olduk, köylünün suyuna sayaç taktık, artık sular akmaz oldu. Borç, faiz, kredi kartı batağına battık… Köylünün canına tak etmiş, faiz cüzdanları bitirmiş, dilleri söylemez olmuş. Genç kuşak metropol şehire gitmiş, köyler viran kalmış, koyun kuzu melemiyor dostlarım…
Köyde (mahallede) horoz ötmez olmuş, tavuk arama, koyun, keçiyi sorma. Dağda odun bitmiş, köyde üç beş yaşlı dede kalmış. Çalışacak genç yok… Odunu çekmeye eşeğe, sıpaya gerek kalmadı! Büyükbaş, küçükbaş ithal edilir oldu. Bizim meralarda tilki güdülür olduk, tilkiye tavuk kalmadı. Onlar da şehre indi be dostlarım…
Aç kalan tilki, sansar, Akif abimin tavuklarını yemiş. Çocukların peşine düşüp şehre gelen dedelerimiz bir yumurta, bir bardak süte hasret kalmış. Ekmek kuyruğuna erken gönderilir olmuş. Evlerimizde ambara, depoya, ev ekmeğine gerek kalmamış. İneğin, dananın adı unutulmuş; keçinin, oğlağın tozu atılmış. At, eşek, öküzler çoktan satılmış. Arpaya, samana gerek kalmadı dostlarım…
Bugün bakıyorum hâlimize, üzülüyorum. Utanacak hâle gelenler güler oldu, arsızlar… Döner akıl verir yüzü nursuzlar. Fatura üzerinden soyar hırsızlar. Kilide, kapıya gerek kalmadı dostlarım…
Merhum 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, “Bir elinde Kur’an, bir elinde bilgisayar olan nesil” diyordu. Bilgisayar, tablet, cep telefonu tamam da Kur’an-ı Kerim’i nerede kaldı dostlar…
Vergi kaçıranlar yıkandı, paklandı. Sonra birer birer öpüp koklandılar. Suçlular övülüp rey’le aklandı. Sabuna, hipoya gerek kalmadı be dostlarım…
Beyler sülalece hüküm sürerler, sümen altlarından defter dürerler. Koltuktan koltuğa koltuk verirler, rüşvetin adı komisyon oldu dostlarım…
Bir bir kullanılır eldeki kozlar, bir türlü erimez dağdaki buzlar. Evlenmeye korkar oğlanlar, kızlar. Kolyeye, küpeye yüksüklere gerek kalmadı. Bu oyunda kuralı kim nasıl koydu? Ben de anlamadım; bizi yöneten batı yıkılmaya az kaldı be dostlarım!
İyi günler!