Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Melih Akyol, sedef hastalığı olmayan insanlarla karşılaştırıldığında, sedef hastalarının kalp ve damar sisteminde birtakım hastalıkların sıkça görüldüğünü söyledi.
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Melih Akyol, Türkiye’de görülme oranı yüzde 1,5 olan ve dünyadaki 125 milyondan fazla kişide rastlanan psoriasis (sedef hastalığı) hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Sedef hastalığının kronik seyirli bir hastalık olduğunu ve bu hastalığın fazla bilinen tipinin psoriasis vulgaris adını taşıdığını anlatan Prof. Dr Akyol “Sedef; derinin her tarafında, bilhassa diz-dirsek başta olmak kaydıyla bir zeminde kırmızı renkte kızıllıkların, üzerinde sedefi beyaz renkte pullanmaların görüldüğü bir hastalık tablosudur” dedi.
“Örneğin tüm vücudun kırmızılıkla kaplandığı, üzerinde bazen pullanmaların görüldüğü ya da tüm vücudun püskül diye adlandırdığımız cerahatli lezyonlarla kaplandığı forumlarda da görülebilir.” diyen Akyol, “Bu hastalık sadece deriyi tutmuyor. Örneğin tırnaklarda kalınlaşmalar kabalaşmalar renk değişiklikleri tırnak plağında özellikle tırnak yatağından ayrılması gibi bazı bulgularla da hastalık seyredebiliyor. Sedef hastalığı deriye sınırlı bir hastalık olarak algılanmasına rağmen aslında eklemleri de tutan bir formun olduğunu çok iyi biliyoruz. Psoryatik artit diye adlandırılıyor bu hastaların önemli bir kısmı doğrudan dermatolojiye değil eklem bulguları sebebiyle başka kliniklere de yönlendiriliyor. Oysa dermatologlar psoriasis teşhisi koyduktan sonra eklem bulgularını da tanımlayarak eklem bulgularının takibi açısından uygun yerlere konsültasyon isteyebilir ve hastalığın takiplerini kolaylıkla sağlayabilirler” şeklinde konuşmasını sürdürdü.
Sedef hastalarında kalp ve damar hastalıklarına daha çok rastlanıyor
Sedef hastalığının birtakım hastalıklara neden olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Akyol “Sedef hastası olmayan insanlarla karşılaştırıldığında sedef hastalarında kalp ve damar sisteminde de birtakım hastalıkların sıkça görüldüğünü biz biliyoruz. Yine benzer şekilde bağırsaklarda bir ülseratif kolit ya rejyonel enterit (Crohn hastalığı) diye adlandırılan başka hastalıkların da sedef hastalarında sık görüldüğünü biliyoruz” ifadelerini kullandı.
Sedef hastalığının sebebinin çok açık olmamakla birlikte birtakım genetik ve çevresel faktörlerin bu hastalıkta etken olduğunu söyleyen Akyol her yaştan insanda sedef hastalığının görülebileceğini ama genelde orta yaş insanlarda rastlandığını açıkladı.
Tedavide Işık Tedavisi Yöntemi de Kullanılıyor
Akyol, “Hastalığın tedavisini yaparken tanısını koymak çok zor değil ama birtakım kurallarımız, temel prensiplerimiz var. Genellikle bu hastalarda topikal tedaviler diye adlandırdığımız kremlerle merhemlerle, losyonlarla yaptığımız tedaviler var. Bazı hasta gruplarında bizim fototerapi ya da Işık tedavisi diye adlandırdığımız tedavi yöntemi var. Işık sözcüğünü özellikle vurguluyorum. Çünkü bazı hastalarımız kanserde kullanılan ışın tedavisi ile karıştırabiliyorlar. Bir grup hastalar ki, hastalığın şiddetinin hastaların yaşam kalitelerini çok çok bozduğu hasta grubunu oluşturuyor. Bu hasta grubunda da özellikle bizim konvansiyonel sistemik ilaçlar diye adlandırdığımız birkaç temel ilacımız var. Çok daha zor durumda kaldığımız hasta guruplarında ise biyolojik ajan diye adlandırılan ve sayıları da gittikçe artan çok sayıda yeni ilaçlarımız var. Tabii bu ilaçlar biraz daha yakın takip gerektiren ilaçlar olmakla birlikte sedef hastaları için gerçek umut haline gelmiş ilaçlar olarak karşımıza çıkıyor” diye konuştu.
Hastalığın yaşam kalitesini etkilediğinin altını çizen Prof. Dr. Akyol, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Sedef hastalığı bütün bunları gözden geçirdiğinizde takiplerinin çok düzenli yapılması gereken bir hastalık grubunu oluşturuyor ve bu hastalığın önemli bir bölümü yalnızca topikal krem ya da merhem şeklinde tedavilerle hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Aslında konvansiyonel tedavi kullanılabilmesine rağmen ya da sistemik ilaçlar kullanılabilecek olmasına rağmen bu hastaların büyük bir çoğunluğu maalesef yalnızca tropikal tedavilerle hayatını idame ettirmeye çalışıyorlar” şeklinde konuştu.