Prof. Dr. Levent Eraslan


Başka Sivas Yok

Hak ettiği değeri göremeyen, çevresinde dokuya uymayan yapılar arasında yok olmaya mahkum edilen ve yaşayan tarihi yaşatılamayan birçok tarihi mirasımız daha var.


Uzun yıllardır çarpık kentleşme sonucu şehirlerin tarihinin, kültürünün, ruhunun yok edildiği “Yokedici” yeniliklere şahit olmaktayız. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi eserlerin bir arada olduğu nadide şehirlerden biri olan Sivas’ta bu yok oluşlardan nasibini almış, her şeye rağmen ruhunu yaşatmaya çalışan bir Anadolu şehridir. Son dönemlerde yapılan müze projeleri, konak restorasyonları gibi tarihe ait değerlere sahip çıkılması oldukça memnuniyet vericidir. Ancak hala hak ettiği değeri göremeyen, çevresinde dokuya uymayan yapılar arasında yok olmaya mahkum edilen ve yaşayan tarihi yaşatılamayan birçok tarihi mirasımız daha var. Şimdi onlarla ilgili birkaç gözlemimi aktarmak istiyorum…

Kepçeliden Atatürk caddesine doğru giderken Meydan Camii, Paşa Camii ve Taşhan ve köşede tarihi vakıf binasına doğru bakıyorum. İçim daralıyor ve kararıyor. Yarısı yıkık, yarısı dökük, irili ufaklı bir sürü bina karşıma çıkıyor.  Hele Meydan Camii karşısındaki adına AVM denilen karanlık beton yığması, hangi aklın eseridir merak ediyorum. Ne modern yapıya ne de tarihi dokuya uyan bu bina ticari olarak da hiç fonksiyonel görünmüyor. Sonra düşünüyorum; neden oralar Taşhan’a benzer bir yapı ile bir Bedesten bölgesi yapılmadı? Ya da öyle korkunç bir bina yerine aslında uygun küçük bir çarşı olmadı. Hemen aklıma Saray Bosna’daki Baş çarşı geliyor. Orası gibi kalsaydı keşke…

 Meydan Camii’nin yanında durup Hükümet Meydanı’na doğru bakarken ve Hükümet Meydanı’ndan da aşağı doğru bakarken sağlı sollu izbe ve fonksiyonel olmayan o çirkin yapılar Sivas’ın bağrına saplanmış hançerler gibi duruyorlar. Mahkeme çarşısından giderken Ulu Camii, Sivas Kalesi ve tüm ihtişamıyla Gök Medrese. Çok şükür Gök Medrese ve Sivas Kalesi uzun yıllar sonra beğenilse de beğenilmese de restore edildi. En azından ömürleri uzadı. Oralar benim çocukluğumun geçtiği yerler. Arnavut kaldırımları döşeliydi oralarda. O faytonların tıkır tıkır sesleri hala kulaklarımda. Yine gezse faytonlar oralarda. Sivas’ın bu güzelliklerinin gezildiği bir gezi parkuru olsa faytonla gezilen.

Atatürk caddesinden yukarıya doğru çıkarken sağda tüm yaşanmışlığı ile Postane binası, karşısında bir zamanların Belediye düğün salonu olan güzelim taş bina. Ve az ötede caaanım Kongre binası, Jandarma Binası, Valilik Binası, Kale Camii ve ne yazık ki hepsinin maneviyatını bir anda bozan mavi camlı bir yüksek bir bina. Yine kimler, neden, nasıl, hangi akılla yaptı bilmiyorum. Ama yine içim acıyor. Sadece benim değil, eminim ki benim gibi çocukluğu Sivas’ta geçmiş, Sivas’ın o güzelim zamanlarını yaşamış herkesin içi acıyor. Bu örneklerden daha çok sayabiliriz. En bilinenleri söylersek herkes konunun önemini daha iyi anlar diye düşündüm.

Gökmedrese, Sivas Kalesi, Ulu Camii, Çifte Minare, Şifaiye Medresesi, Buruciye Medresesi, Kale Camii, Kongre Binası ve Hükümet Meydanına doğru uzanan alan bir tarihi yerleşke olarak koruma altına alınsaydı zamanında. Aralarda yer alan konaklar, Arnavut kaldırımlar, tarihi dükkanlar aslına uygun restore edilseydi, dünya üzerinde marka olacak bir açık hava müzesi olmaz mıydı? Ama artık bu çok mümkün görünmemekte. En azından eserlerin çevresini dokuya uygun inşa etmek zamanla tarihi dokuyu yenileyebilir. Elbette bu yanlışlar dünün bugünün yanlışları değil, uzun yılların yanlışları. Bugün bu mirasların sahipleri ve geleceğe taşıyacak emanetçileri olarak bu yanlışları fark etmek, bundan sonrasına engel olmak ve düzeltmeye çalışmak bu memlekete olan vatandaşlık borcumuzdur. Bu işlerle sorumlu yöneticilerimiz ve yatırımcılarımız yeni imar planlarını hazırlarken “eski” lerimizi koruyarak, yenileri de Sivas’ın gelecek 100 yılını düşünerek planlamasını bekleriz ve isteriz. Bu konuda yapılan yanlışların telafisi olmuyor. Yanlış bir imar, yanlış bir yıkım hem maddi hem manevi çok ziyana sebep oluyor. Başka Sivas yok, olana sahip çıkalım….